İnsanlar
içlerindeki enerjinin ya farkında değiller ya da gerçekten enerjiden yoksunlar.
Şimdi diyeceksiniz bu enerji işleri saçmalık diye. Size bahsettiğim enerji o
bildiğiniz, her gün tv de gördüğünüz, taş filan tutunca artan enerji değil. Var
olan potansiyelimiz; yani bir şeyi yapabilme gücümüz. Hele ki o yapabilme
gücümüzü ittiren bir dürtüye sahipsek.
İşte
sorun da bu ya bir şeyi yapabilme gücümüz mü yok, yoksa tembellik bize daha mı
cazip geliyor. Bence ikinci olasılık şuan okuyanların "hah işte bu ya,
bendeki bu, elimi kaldırasım yok ki tuvalete bile gidemiyorum ben üşendiğimden vs."
dediği bir olasılık. O nedenle çoğu kişi aslında içindeki enerjinin farkında
değildir. Çünkü o enerjinin dışa çıkmasına tembel beyinleri izin vermiyordur.
Şimdi
diyorsunuzdur ee ne olacak fark etsek biz bu enerjiyi? Haklısınız ama konu yine
gelip şu "aşk" mevzusuna çattı. Haydaa Aşk’a ne zaman geldik diyenler
oluyordur ve içimden bir ses bunu diyenlerin büyük çoğunluğunun erkek olduğunu
söylüyor. O zaman anlatıyım.
Olay
şu ki; aşk insanları olmadığı hayaller içinde gezdirdikten sonra öyle kocaman,
kilometrelerce yukarıdan aşağı doğru bırakır ki, o düşüş sonsuza kadar sürer
(en azından biz öyle sanırız). İşte bize bu his içimizde patlamaya hazır
dinamitleri fark ettirir. Aşağıya doğru büyük bir hızla düşerken içimizdeki aşk
tüm bedenimize yayılır, her manevra daha heyecan vericidir, bir hareket
kalbinizi yerinden oynatabilir. Peki bunu düşüş mü sağlıyor aşk mı diye hiç
düşündünüz mü?
Aşk
bir seçimdir. Aslında çoğunun söylediği gibi kalple alakası olduğunu
düşünmüyorum. Sadece etkileri kalpte yer buluyor o kadar. Evet, aşk bir tercih
demiştik. Birine âşık olmayı siz tercih edersiniz ve vücudunuz sizi buna
hazırlar, uygun ortamda siz de âşık olursunuz. O zaman düşüş de sizin
tercihiniz. Yani aşk kadar düşmeyi seçmek de sizin yaptığınız bir eylem.
Şimdi
her şey açığa çıkmaya başladı. Aşk sizin tercihiniz, düşmek de öyle. İşte alın
size "enerji". Biliyorum biraz karışık oldu ama aslında çok basit.
Tercih ettiğiniz aşk size aşağı atlama cesaretini veriyor ve siz bunu
içinizdeki o büyük tarif edilemez enerji sayesinde yapıyorsunuz. Size yukarıda
bahsettiğim hatta kırmızı ile yazdığım o dürtü; aşk.
Elimizde
aşk, heyecan, dürtü ve enerjimiz var. Peki, o zaman demezler mi adama, Madem
sen içindeki o enerjiye (yapabilme gücüne) sahipsin neden kılını bile
kıpırdatmadan bir aşk yaşamak istiyorsun. İnsan aşık olduğunda o enerjiye
sahiptir eğer yoksa o enerji aşk da yok demektir. Ki aşığım diyen birinin bu
enerjiye sahip olduğunu düşünürsek içindeki potansiyeli fark etmemesi imkânsız
yani o engel olmaya çalışsa bile içindeki istek inatla dışarı çıkmayı
başaracaktır. Yani durum böyle olunca da sevgilisi, eşi, aşkı için elinden
geleni yapacaktır. Ama zorlayarak değil, farkında olmadan, isteyerek kendini
onları yaparken bulacaktır.
Demem
o ki aşk yan gel yat yeri değildir. Zaten yan gelip yatan da âşık değildir.
İçinizde durdurulamaz bir enerji varsa bu sizi aklınıza gelmeyecek şeyleri
yaptırmaya, kendinizi tanıyamadığınız kadar enerji dolu, eğlenceli biri
olmanıza yetecektir.