24 Aralık 2017 Pazar

DÜŞÜNME YETİSİ ÜZERİNE

Epey zamandır düşünüyorum. Kendi kendime de söyleniyorum zaman zaman. Bilgiden ne kadar yoksun ve aslında bir o kadar da düşünmeden yasıyormuşuz. Genetik, astrofizik, nöroloji, psikoloji, ekoloji, jeoloji... Kumsaldan bu kum tanelerini topladıkça, uçsuz bucaksız bir sahilde olduğunu anlıyor insan.

Din ve toplumsal değerler ile bastırılan dünya insanının, yani bizim aslında ne kadar yanıldığımızı fark etmeye başladım. Teknoloji gelişiyor, keşif ve icatlar ortaya koyuluyor zannediyoruz. Oysaki bilim ve teknoloji anlamında o kadar gerideyiz ki... Düşündükçe son büyük teknolojik ve bilimsel atılımın ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıktığını, o günden beri de çok yavaş yol aldığımız tezine varıyorum. Bilim ile ortaya çıkan diyemeyeceğim; farkına varılan saptamalar söz konusu. Şöyle ki; mutasyon ile türlerin ve cinslerin oluşması, doğal ve yapay seleksiyonlar ile olaylara karşı canlıların tepkisi, populasyonlar arasındaki çeşitlilik ve bu çeşitliliğin sonucunda doğada kendini devam ettirebilen gen grubunun sonraki nesillere aktarılması gibi... Nihayetinde bunu başaramayan gen yapısı yok olurken,  devam edebilen dizilimin de jeolojik yapıya göre zamanla çeşitlenmesi ve değişime uğraması. Sonra işimize yarayanlardan yapay seçilimlerle türleri devam ettirmemiz ya da yok etmemiz... Örneğin ineğin daha çok süt verenini tercih ettikçe, diğer türler yıllar içerisinde üreyemeyip neslini kaybediyor.

İnsan nesli de bu şekilde robotik alışkanlıklar ile nöropsikolojik davranışlar geliştiriyor. Bu da nörobiyolojisini ve fizyolojisini değiştirerek bugünkü formuna ulaşıyor. Davranış bilimiyle birlikte nöron dizilimi değişiyor ve algılamaya, hangi durum karşısında ne tepki verildiğini görerek, kendi davranış alışkanlıklarımızı belirliyoruz. Çocuğun büyürken ateşin yaktığını algılaması ve buna göre davranış geliştirmesi gibi...

Yani demem o ki, toplumumuzun büyük bir çoğunluğu ömründe doğru düzgün bilimsel makale okumadan, örneğin bir cisim teorisini inceleyip anlamaya çalışmadan yaşayıp gidiyor. İnanç sistemimizi, fikir ayrılıklarımızı belirleyen, hayat amacımızı ve yaşayış şeklimizi ortaya koyan da düşünme biçimimiz ve algılama kapasitemizmiş aslında.

Öğrenmeye başladıkça ve düşündükçe beynimizi kullanma yeteneğimizin bile sınırlandırılmış durumda olduğu görülüyor. Hem de bizler tarafından, yapay seçilimlerle...

Saygılar.

3 Ocak 2017 Salı

SON SÖZ

SON SÖZ

*Biz ne zaman bu kadar acımasız, farklı fikirlere tahammülsüz, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduk. Daha kendi içimizde birleşemiyoruz sonra dış mihraklar diyoruz. İçeride barış, huzur, birlik olmayınca da başkalarının siyasi emellerine alet oluyoruz.
*Artık birlik olma, bir olma vakti. Sen ocusun sen bucusun değil. Düşüncelere, inançlara saygı vakti.
*Bizi biz yapan en büyük değer farklılıklarımız değil mi? Bu vatan hepimizin değil mi? Neyi bölüşemiyoruz? Bu vatan da, bayrak da, halk da bizim, hepimizin (!) Neden kardeşce yaşayamıyoruz (!)
*Yok noelmis, yok sosyal medyadan kim ne demiş, yok onun başı neden açık, onunki neden kapalı (!) Yeter artık, yeter (!)
*İşsizliği çözelim hep beraber, kalkınmayı savunalım, adalete çeki düzen verelim, ilim yapalım, sağlık için araştırma yapalım, okuyalım, üretelim.. Zaten o zaman bunlar olmayacak..
*Allah aşkına, ne olur insanca ve huzur içinde yaşayalım artık. Ben sıkıldım, yoruldum (!)

5 Aralık 2016 Pazartesi

Düşünme yetisi denen şey


  • Büyük ülke; sarayı olan, baştan başa bina yığını, rant tezgahı, duble duble yolları olan değil; gençlerinin çoğunun işsiz kalmadığı, asgari ücretin açlık sınırının üstünde olduğu, insanların kaliteli yasayabildigi, istediği gibi düşünüp dile getirebildigi, özgürlüklerin olduğu ve  fikirlerin din ve siyasi baskı olmadan ortaya konabildigi, beyin göçü vermeden üretebilen (kendi arabanı, teknolojini) yerdir büyük ülke. Senin yaptığın yolmus, metroymus, köprüymüş.. Bunlar övüneceğin değil yapmakla yükümlü olduğun hizmetlerdir. Ülkenin son 15 yıldaki GSMH' sini görmezden gelenler, ülkenin çağ atladığını iddia edebilecek kadar uykuda olan kör cahiller.. Artık uyanın nolur ! Bizi yıllarca sağcı solcu, alevi sünni, müslüman kafir diye böle böle ötekileştirip kendi ekmeklerine yağ sürdüler. Yıllarca böyle sürüp gitti yorulmadik mi artık. Ben iş bulamıyorum. Sen ay sonunu nasıl getireceğim diye uğraşıyorsun. Esnaf kan ağlıyor. Dolar almış başını gidiyor. Ülkede kaos, terör, işsizlik, anayasal düzen tehditi vs vs almış başını gidiyor. Ya yeter artık bırakın isteyen camiiye gitsin isteyen meyhaneye, isteyen kur'an okusun isteyen saz çalsın.. Demokrasi budur, demokrasi çok sesliliktir.. Dünyadaki müslüman ülkelere bakın ve bana bir tane gelişmiş islam ülkesi gösterin. Tıpta, ilimde, bilimde, medeniyet, insan hakları gibi konularda gelişmiş bir islam ülkesi gösterin. Müslümanların neden avrupada amerikada daha mutlu olduğunu izah edin. Çünkü biz islam toplumlarında hep yasak, günah denilerek elimizden alınan düşünme yetisi ile bugünlere geldik. Oysaki islami doğru yorumlamak bu kadar mı zor. Fatih Sultan Mehmet' in dediği gibi Allah' in kula soracagi soruları değil, aç mısın, derdin var mı gibi kulun kula soracagi soruları sorun. Bırakın isteyen istediğini düşünüp istediği seye inanabilsin. Birbirimize saygı duymayı ve birlik olmayı öğrenelim artık nolur. Yoksa inanın pisi pisine yok olup gideceğiz. El ele verip, birbirimizin inançlarına ve düşüncelerine saygı duyup en azından insan gibi yaşayalım. Sürekli kavga edip duruyoruz. Kim kazanıyor kim !!!

  • Soruyorum size Tübıtak' in başına hayvanat bahçesi müdürünün geldiği bir ülke nasıl kalkınabilir? Zamanında dolar yükseliyor diye yazarkasa firlatanlar şimdi neden susuyor ! 

  • Düşünmeyen, üretmeyen bir insan bir toplum bir ülke nasıl gelisebilir söyleyin bana nolur.

  • Amaç da bu değil mi ! Toplumu açlığa, işsizliğe kurban ederek yönetimi kolaylaştırmak. Çünkü aç bir toplum ancak gününü kurtarmaya, karnını doyurmaya, 50 tane vergi ödeme derdine düşerek okumayı, araştırmayı, ilim yapmayı unutarak köleleştirilmeye mahkumdur.

  • Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk' ün şu sözü aslında her şeyi özetliyor:

  • "Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin."

  • Mehmet Kavak

23 Ocak 2015 Cuma

Biraz Saygı

Bir haller oluyor bize a dostlar. Ölümler ne kadar sıradanlaştı farkında mısınız? Ve tepkilerimiz de bir o kadar normalleşti. Orta doğu kaynıyor, Avrupa’da bombalar patlıyor, Afrika’da insanlar açlıktan ölüyor. Hiçbir şeye aldırış etmez olduk artık. İstedikleri de buydu sanırım. Hep bir kavgamız var, mücadelemiz, telaşımız.. Sen- ben, biz-siz, dost-düşman..
Herkes karakteri ile yargılanır, bağlı oldukları toplumla değil. Eğer öyle olsaydı tüm beyazlar ırkçıdır yargısına da itiraz etmemeliydik. Kimse bağlı olduğu topluma ve inancına göre ayrımcılığa uğramamalı.
Bizim en büyük düşmanımız ön yargılarımız; farklı inançlar ya da ırklar değil. Doğru tek değildir, doğruyu bize öğreten algılarımız olsa gerek, değerlerimiz, inançlarımız, bizi biz yaptığına inandığımız temeller. Her konuda olduğu gibi burada da medyanın büyük bir rolü var. Örneğin 11 eylül saldırıları sonrası neredeyse bütün Avrupa ve ABD İslam düşmanı oldu. Onlara göre her Müslüman potansiyel bir terörist. Amerikan hükumetinin tezgahı bu belki.. Belki de oltaya taktiği yem.. Amerikan ve Avrupa medyasının bir özür borcu var tüm İslam alemine.. Onlar kalıplaşmış örneklere çok meraklılar ne de olsa.. Genellemeler yerine bireyselciliğe önem versek keşke.. Mezhepler, siyahlar, beyazlar, kızıllar , sarılar, Müslümanlar.. Hepsinin içerisinde iyiler ve kötüler yok mu? Başka bir inanca sahip insan yalnızca başka bir dini izliyor tek fark bu aslında. Bazı gruplar delice ve aşırılıkla ilerliyor sadece. Bu her dinde yok mu? Bu algı değişmeli kanımca. Eğitimli insan eğitimli insandır, vicdanlı insan ise vicdanlı.. Onu eğitimli ya da vicdanlı kılan inancı ya da ırkı olmamalı.. Neden bunu kavramakta güçlük çekiyoruz? Sonuçta bu yalnızca küçük bir fark; bir rengi sevmek ya da bir müzikten hoşlanmak gibi..
Saygı ne büyük bir erdem.. Öyle ki sevgiden daha büyük.. Sevdiğimiz şeyler farklı olsa da buna saygı duymayı bilmek gerçekten büyük bir erdem. Sadece biraz saygı ! Farklılıklarımıza, isteklerimize, beklentilerimize.. Saygı özgürlük çünkü, saygı barış, saygı mutluluk, saygı huzur…
Saygılarımla (!)

9 Mart 2014 Pazar

30 bin yıldır uyuyan virüs uyandı

Küresel iklim değişikliği ve madencilik çalışmaları buzullarda gizlenen virüsleri tekrar yaşam döngüsüne sokuyor. Biz kendi aşağılık ve yoz sorunlarımızla boğuşurken, dünyanın reel sorunları apayrı. Çiçek aşısı bile dünyadan kalktı varsayılıp hiçbirimiz aşılanmadık. Bunun bir biyolojik silah olabileceği varsayımı ise işin boyutunu tamamen değiştirebilir. Önümüzdeki yıllarda 'a buzuldan çıktı bizim amacımız oysaki insanlığın faydası için maden çıkartmaktı.' gerekçeleriyle acılarımızla toprağa gömülebileceğimiz olasılığını tekrar düşünelim. Greenpeace'in Artikteki cansiperane mücadelesinin altında yatan sansasyonel olayların özü de budur. Olayların bu kadar büyümesi buzullardan çıkabilecek yakıt ve madenlerin potansiyel zenginliğidir. Her türlü endüstriyel faaliyet, küresel ısınmayı ve doğanın yıkımını hızlandırıyor. Tundralardaki Metan buzlarının erimesi, sera gazı etkisi yapan gazının atmosfere salınımı ve buzullar altında yatan 30.000 yıllık enfeksiyon riski taşıyan virüslerin yaşam döngüsüne katılması manasına geliyor. 

http://www.haberturk.com/saglik/haber/926795-30-bin-yildir-uyuyan-virus-uyandi

10 Aralık 2013 Salı

Basit Yaşayacaksın !

Basit Yaşayacaksın

Basit yaşayacaksın. İki çift ayakkabın olacak mesela, iki çift pantolonun, iki gömleğin, bir kazağın… Herkes saçını boyatırken sen doğal renginde bırakacaksın. Berbere gitmeyecek, kuaförün önünden geçmeyeceksin. Ne sigaran olacak ne alkolün. Karı-kız muhabbetlerine girmeyeceksin. Adam olmaya çalışmayacaksın; adam gibi olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın !

Televizyon, klima, müzik seti için ayrı ayrı kumandaların olmayacak. Olsa da hepsinin tek bir açma düğmesi olacak. Cep telefonun olmayacak, olsa da kullanmayacaksın; kullansan da içinde 100 kontörden fazla kontör olmayacak. Her GSM operatöründen birer tane hattın olmayacak. Tek hattın olacak, birini açıp diğerini kapatmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın !

Faturalara otomatik ödeme talimatı vermeyeceksin. Onları gidip paşa paşa kendin yatıracaksın. Bahaneyle halkla bütünleşeceksin. Kredi kartı almayacaksın, zorla mı verdiler kullanmayacaksın. Kullandırttılar mı taksite böldürmeyeceksin. Borcunu gidip bankamatikten yatırmayacaksın. Hususi bankaya kadar zahmet edip, vezneden yatıracaksın. Banka personeliyle de yüz göz olacaksın. Her bankanın kredi kartı illaki cüzdanında olmayacak. Cüzdanını her açtığında onlarla hava atmayacaksın. Kredi kartlarının limiti kadar değil, maaşın kadar zengin olduğunu unutmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın !

İnternetten alışveriş yapmayacaksın. Kitapmış, telefonmuş hepsini gidip ellerinle dokunarak alacaksın. Kitapçının raflarında dolaşacak gözlerin, sayfalarını açıp o kâğıt kokusunu çekeceksin içine. Esnafla da içli dışlı olacaksın. Sanallaşmayacak, elle tutulur gerçek bir insan olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın !

Sırf yürüyen merdiveni var diye devasa alışveriş merkezlerine gidip, oralarda gezip dolaşmayacaksın. Hadi gittin diyelim bir seferde bilmem kaç yüz TL’lik alışveriş yapmayacaksın. Hayatta sana neler lazımsa sadece onları alacaksın. Biraz sokağa inip bakkalla çakalla da sohbet edeceksin. Gösterişli ışıl ışıl vitrinlerin önünde, rengârenk reyonlarda gezeceğine parklarda bahçelerde adım atacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın !

Büyük hayallerin olmayacak. Boyunu aşan laflar etmeyeceksin. Ağzından çıkanı kulağın duyacak, duymadan önce içinden on defa düşünüp tekrar edeceksin. Sözünün arkasında duracak, tükürdüğünü yalamayacaksın. Sözünün eri olacak, “lâf” ile “söz” arasındaki ince ayrıma dikkat edeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın !

Saçın için ayrı, vücut için ayrı şampuan; yüzün için ayrı, elin için ayrı, ayakların için ayrı krem kullanmayacaksın. Yüz maskelerin, peelinglerin, gece kremlerin, ter önleyici spreylerin olmayacak. Jöle kullanmayacak, saç spreyini eline almayacaksın. Doğal geldin dünyaya, doğal olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın ! 

Yan apartmandaki komşuna bayram tebriği için cepten mesaj çekmeyeceksin. Mesaj çektin diyelim, öyle yüz kişiye yolladığın hazır mesajlardan yollamayacaksın. Bir zahmet yola düşüp el sıkacaksın, kucaklaşacaksın, gerekirse el öpeceksin. Çocukların başını okşayacak; onlara mendil, çikolata, bayram harçlığı vereceksin. Öyle her canın sıkıldığında telefona sarılmayacaksın. Gidip eşin dostun, arkadaşın kardeşin boynuna sarılacaksın. 3–5 tane elektronik posta adresin olmayacak. Olacaksa bir tane olacak. Öyle zırt pırt da e-posta yazmayacaksın. Alacaksın eline kâğıdı kalemi, özene bezene mektup yazacaksın. En iyisi basit yaşayacaksın !

“Neyim eksik, neyim yok, neye ihtiyacım” var demeyeceksin. Nelere sahipsin onları düşüneceksin. Aza kanaat getirecek, çoğu bulabileceksin. “Hep bana hep bana” demeyecek, biraz da sağına soluna bakacaksın. Kafan yukarıda değil, aşağılarda gezecek. “Seviye seviye” diye tutturup, üst kültür insanı gibi ortalıkta dolaşmayacaksın. Biraz da geçmişine bakıp, her zaman haddini bileceksin. En iyisi basit yaşayacaksın !

“Başımı sokacak bir göz evim olsun” diyenleri, kaloriferli, asansörlü, deprem sigortalı, çift camlı lüks dairende oturduğun yerden yadırgamayacaksın. Bir adada bir modada evin; iş için ayrı, gezi için ayrı arabaların olmayacak. Biraz da otobüse binecek, trenlerde seyahat edeceksin. Yan koltuğunda oturan yol arkadaşınla sohbet edecek, gazeteni okumasına izin vereceksin. Unutma sen Türk’sün, geleneklerini, geçmişini, değer yargılarını unutmayacak, herkesi potansiyel tehlike olarak görmeyeceksin. İçin fesat olmayacak, art niyetli düşünmeyeceksin ki karşıdaki masumu da öyle görmeyeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın !

Öyle çok büyük adam olmayacaksın. İnsanlar sana paran, mevkiin için değil “sen” olduğun için güler yüz gösterecek. Saygı gördüğün zaman, içinde soru işaretleri olmayacak. Her gün ayrı bir kıyafetle salınmayacaksın ortalıkta. Ulaşılmaz edalarıyla tepeden bakmayacaksın kimseye. Yolda tökezlediğin zaman başkaları gibi sen de gülebileceksin kendine. Fazla ciddiye almayacaksın kendini, dalga geçmeyi bileceksin kendinle. En iyisi basit yaşayacaksın !

Ölmeyecek kadar yiyecek, bir kuru soğan, bir dilim ekmekle yetinmeyi bileceksin. Sağlığın yerinde mi; bunun en büyük zenginlik olduğunun farkında olacaksın. Etrafındaki sevenlerinin, “yoksulluğun, sıradanlığın, ulaşılabilirliğin, alçakgönüllülüğün”den dolayı yanında olduğunu, malın mülkün için seni sevmediklerini bilecek, daha bir huzurlu olacaksın. Büyük adamların büyük dertleri olur misali, bu dünyada basit yaşayacaksın, basit! Şairin de dediği gibi “rakı şişesinin dibinde balık” olacaksın. Hiç başın ağrımayacak. Basite alacaksın hayatı basit !

(MK.A)

20 Kasım 2013 Çarşamba

Enerji

İnsanlar içlerindeki enerjinin ya farkında değiller ya da gerçekten enerjiden yoksunlar. Şimdi diyeceksiniz bu enerji işleri saçmalık diye. Size bahsettiğim enerji o bildiğiniz, her gün tv de gördüğünüz, taş filan tutunca artan enerji değil. Var olan potansiyelimiz; yani bir şeyi yapabilme gücümüz. Hele ki o yapabilme gücümüzü ittiren bir dürtüye sahipsek.

İşte sorun da bu ya bir şeyi yapabilme gücümüz mü yok, yoksa tembellik bize daha mı cazip geliyor. Bence ikinci olasılık şuan okuyanların "hah işte bu ya, bendeki bu, elimi kaldırasım yok ki tuvalete bile gidemiyorum ben üşendiğimden vs." dediği bir olasılık. O nedenle çoğu kişi aslında içindeki enerjinin farkında değildir. Çünkü o enerjinin dışa çıkmasına tembel beyinleri izin vermiyordur.

Şimdi diyorsunuzdur ee ne olacak fark etsek biz bu enerjiyi? Haklısınız ama konu yine gelip şu "aşk" mevzusuna çattı. Haydaa Aşk’a ne zaman geldik diyenler oluyordur ve içimden bir ses bunu diyenlerin büyük çoğunluğunun erkek olduğunu söylüyor. O zaman anlatıyım.
       
Olay şu ki; aşk insanları olmadığı hayaller içinde gezdirdikten sonra öyle kocaman, kilometrelerce yukarıdan aşağı doğru bırakır ki, o düşüş sonsuza kadar sürer (en azından biz öyle sanırız). İşte bize bu his içimizde patlamaya hazır dinamitleri fark ettirir. Aşağıya doğru büyük bir hızla düşerken içimizdeki aşk tüm bedenimize yayılır, her manevra daha heyecan vericidir, bir hareket kalbinizi yerinden oynatabilir. Peki bunu düşüş mü sağlıyor aşk mı diye hiç düşündünüz mü? 


Aşk bir seçimdir. Aslında çoğunun söylediği gibi kalple alakası olduğunu düşünmüyorum. Sadece etkileri kalpte yer buluyor o kadar. Evet, aşk bir tercih demiştik. Birine âşık olmayı siz tercih edersiniz ve vücudunuz sizi buna hazırlar, uygun ortamda siz de âşık olursunuz. O zaman düşüş de sizin tercihiniz. Yani aşk kadar düşmeyi seçmek de sizin yaptığınız bir eylem.

Şimdi her şey açığa çıkmaya başladı. Aşk sizin tercihiniz, düşmek de öyle. İşte alın size "enerji". Biliyorum biraz karışık oldu ama aslında çok basit. Tercih ettiğiniz aşk size aşağı atlama cesaretini veriyor ve siz bunu içinizdeki o büyük tarif edilemez enerji sayesinde yapıyorsunuz. Size yukarıda bahsettiğim hatta kırmızı ile yazdığım o dürtü; aşk. 

Elimizde aşk, heyecan, dürtü ve enerjimiz var. Peki, o zaman demezler mi adama, Madem sen içindeki o enerjiye (yapabilme gücüne) sahipsin neden kılını bile kıpırdatmadan bir aşk yaşamak istiyorsun. İnsan aşık olduğunda o enerjiye sahiptir eğer yoksa o enerji aşk da yok demektir. Ki aşığım diyen birinin bu enerjiye sahip olduğunu düşünürsek içindeki potansiyeli fark etmemesi imkânsız yani o engel olmaya çalışsa bile içindeki istek inatla dışarı çıkmayı başaracaktır. Yani durum böyle olunca da sevgilisi, eşi, aşkı için elinden geleni yapacaktır. Ama zorlayarak değil, farkında olmadan, isteyerek kendini onları yaparken bulacaktır.

Demem o ki aşk yan gel yat yeri değildir. Zaten yan gelip yatan da âşık değildir. İçinizde durdurulamaz bir enerji varsa bu sizi aklınıza gelmeyecek şeyleri yaptırmaya, kendinizi tanıyamadığınız kadar enerji dolu, eğlenceli biri olmanıza yetecektir.